BİZİ TAKİP EDİN
facebook instagram youtube Twitter
TR EN

İzmir Fontu'nun Tasarımcısı

03.09.2020
Paylaş

Ürettiği fontlarla dünyaca ünlü font listelerine girmeyi başarmış, gurur duyduğumuz bir font tasarımcısı Ahmet Altun. Şimdi de İzmir’e özgü, adı İzmir olan bir font üretti. Hepimizin büyük bir heyecan duyduğu İzmir Fontu’nu, tasarımcısı Ahmet Altun’dan dinliyoruz. 

Merhaba Ahmet Bey, öncelikle sizi tebrik ederiz. İzmir’e yaptığınız bu değerli katkıdan dolayı teşekkür ediyoruz. İzmir Fontu’nun hikâyesini merakla bekliyoruz ama öncesinde sizi yazı tipi tasarımlarına yönlendiren ne oldu, bu işe nasıl başladınız anlatır mısınız? 

Ben aslında lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik bölümünde okudum yani bir diyetisyenim. 25 yıl devlet memurluğu yaptım, Muş’ta görev yaptım, Ödemiş Devlet Hastanesi’nde görev yaptım ve ondan sonra hizmetimi Karşıyaka Devlet Hastanesi’nde tamamladım. Muş gibi bir yerde çok fazla sosyal aktivite yok. Hastane çalışanıyken, 1992-93 yılları arasında, bilgisayar kursları açılmıştı. Ben bilgisayar kurslarına gittim, yazılıma hevesim vardı. Eğitici hoca çok iyiydi, teşvikçiydi. Cobol öğrendim, Pascal öğrendim, hatta küçük bir virüs de yazdım o günlerde. 1994’te askere gittim. Askerlik dönüşünde bilgisayarla çok fazla ilgilenemedim. İzmir benim hep hedefimdeydi, İzmir’i görmediğim halde çok seviyordum. Sadece gençlik yıllarımda günübirlik gelip sabahtan akşama gezmiştim ve o bana yetmişti sevmem için. İleriki hayatımı İzmir’de geçireceğime dair kendime hedef seçmiştim. Önce Ödemiş’e taşındık, sonra merkeze taşındık. Eşimin rahatsızlığı vardı ve onun vefatından sonra ben tekrardan kendime bir bilgisayar aldım. Önceden yazılımla uğraşırken, bilgiler kafamdan uçtuğu için uğraşamadığımı anladım. Ben çocukluğumdan beri resim yaparım, güzel sanatlarla ilgilenirim, saz çalarım. Hiç boş durmayı sevmem. O zamanlar internette grafik konusunda siteler vardı onlara üye oldum. İlk olarak telefonlara tema tasarlayarak başladım, telefonun ön görüntüsünü değiştiren temalar yaptım. Sonra telefona font yükleme özelliği kazandıran bir yazılımla uğraştım. Dışarıda yapılmış fontları alıyorsunuz, true type şeklinde dosyaları telefona yüklüyorsunuz ama tabii bunlarda Türkçe karakterler olmadığı için telefonda sıkıntı yaratıyordu. Ben de elde ettiğim ve telefonda kullanılabilecek fontları, Türkçeleştirmeye çalıştım. Eksik karakterleri oluşturuyordum ve telefonun içine öyle atıyordum. Öyle bir an geldi ki ben o fontu beğenmemeye başladım. Telefona uygun bir font yapmaya çalıştım bu sefer. Farkında olmadan, “Acaba ben de font yapabilir miyim?” diye karakterler üretmeye başladım. Eğer bir font yapıyorsanız birçok dili desteklemesi lazım, ne kadar çok dili desteklerse o kadar çok kullanılır. Ben de Türkçe karakter ve bildiğimiz sembolleri (parantez, artı, eşittir gibi) kullanarak en az 200 karakterlik fontlar yapmaya başladım. O forumlardan birisinde bana “Sen neden bu fontları satmıyorsun?” diye bir öneri geldi. “A, fontlar satılıyor mu?” diye şaşırdım, internette araştırınca Myfonts, Fontspring,  Fonthaus gibi siteleri fark ettim. Buralarla iletişime geçtiğimde yaptığım fontları beğendiler ve ben font yapar oldum. 

Yeni bir yazı tipi tasarlarken nasıl bir süreçten geçiyorsunuz? Hangi araçları kullanıyor ve hangi aşamalardan geçiyorsunuz? 

Başlangıçta hobi olarak yaptığım uğraşımın ticari boyutunu da düşünmeye başladım. Bu konuda bir eğitim almadığımdan - mesleğin bir ruhu vardır - ben o ruha sahip değildim. Yapıyorum, uğraşıyorum, beceriyorum ama font gövdeleri hakkında bilgim yok, fontun tarihi hakkında bilgim yok. Ben bu defa incelemeye başladım ne tarz fontlar satılıyor. Fontları tanımaya başladım. Fonta etiket yazılmış örneğin: hümanist. Neye dayanarak hümanist ya da grotesk nedir, sans nedir, sans serif nedir, bunları bilmiyordum. Hepsini kafamda kategorize etmeye başladım. Yaptığımın adını koymam lazımdı, aylarca sadece bilgi topladım. O günlerde dünyada çok az tasarımcı vardı, onların neler kullandığına baktım. 

İlk fontlarım cüzi miktarlarda satıldı. Bir font daha yaptım. O font güzel bir kazanç getirdi. Myfonts’ta fontların satış sıralamasında popüler olanların yer aldığı “Hot News” listesi var, ben o sıralamanın içine girdim. Deria diye fontum popüler hale gelmişti, içinde kerning bile yoktu o fontun, özgün değil demesinler diye kendim bir gövde oluşturdum, tuttu. Çok da güzel rağbet gördü. Sonra Halis fontunu (o zamanlar adı başkaydı) tasarladım. Small Caps’ler koydum, başka özellikler kattım. Bu arada programı iyice çözmüş oldum. O günlerde 9 Eylül Üniversitesi’nden öğretim görevlisi Ömer Durmaz ile tanıştım. Bu hikâye çok enteresan: Bizim bildiğimiz “ve işareti” işareti yani ampersand (&) şekli aslında Latinceden geliyor. Kelime anlamı “et” demek yani “ve” demek. Yani biz “Ahmet ve Nilgün” dediğimiz zaman aslında “Ahmet et Nilgün” diyoruz yani her şeyi Türkçe söylüyoruz ortadaki o şeyi yabancı dilde söylüyoruz. Zamanında bunu hocalarımız fark etmiş. Prof. Dr. Halis Biçer ve Prof. Dr. Namık Kemal Sarıkavak, “et”e Türkçe alternatif üretmeye çalışmışlar; “ve bağlacı” demişler adına. Bunu akademik olarak öğrencilerine anlatmışlar ama font tasarlayan olmadığından çok fazla yaygınlaşmamış, kullanılmamış. Ömer Durmaz hocamız, yaptığım fonta Halis hocamızın “ve bağlacı”nı ekleyebilir misin diye sordu bana. Ardından hemen Halis hocayla iletişime geçtik, sağ olsun izin verdi. Ben onun çizdiği gövdeyi, fontun gövdesine uygun bir şekilde tasarladım. Onunla da yetinmedik mademki “ve bağlacı”nı yaptık, fontun adını da hocamıza ithaf ederek Halis koyduk. 

İzmir Fontu tasarlama fikri nasıl doğdu?

Ben font yapmaya 2009 yılında başladım. Bu alanda sürekli üretince tanınır hale geldim diyelim. İzmir’de ara ara duraksasa da yaklaşık 20 yıldır şehrin markalaşması konusunda bir çalışma var. Şuandaki yerel yönetim bu çalışmanın hızlanması ve sonuçlanmasına karar vermiş. İzmir Vakfı’ndan Miraç Güldoğan bana ulaştı, markalaşma çalışmalarından bahsetti. Bu çalışmayı bir fontla destekleyebilir miyiz diye sordu. Nasıl bir font yapacağımız konusunda hep birlikte konuştuk, karara bağladık. Konuştuklarımızın üstüne birkaç taslak yaptım, gönderdim. Bir gövdeye karar verildi ve ben bunu hiçbir ticari kaygı gütmeden, karşılıksız olarak ürettim. Az önce söylediklerimle ters düşmeyeyim, benim şöyle bir özelliğim var: ben fontlarımı satıyorum, kabul. Ama bunu yurtdışına satıyorum. Hangi fontum olursa olsun ülkemden herhangi bir kimse bunu ticari bile kullanmış olsa benden talep ederse ücretsiz veriyorum. Yerli fontun kullanılmasına teşvik amacıyla yapıyorum bunu. Dolayısıyla İzmir Fontu için de bir bedel talep etmedim yalnızca yurtdışındaki sitelerde ticari olarak kullanıma açtım. 

İzmir Fontu’nu tasarlarken en çok zorladığınız kısım neydi? 

Benim için bir font istendiğinde fontu nerede ve nasıl kullanacağız soruları önemli. Mesela bir afiş için seçim kampanyasında kullanılan bir fontu kalkıp da bir düğün davetiyesinde kullanamazsınız. Fontların bir kişiliği var, özellikleri var. Binlerce çeşit font var, öyle bir font yapmam lazımdı ki her yerde kullanılabilsin. Belediyenin afişlerinde kullanılabilsin, resmi bir yazışma yapılabilsin, istenilen her şeye cevap verebilmesi lazım. Şimdi böyle bir gövdeyi de oturtmak zor. Defalarca denemeler yaptım, İzmir’i yansıtması lazım, İzmir’in ruhuna hitap etmesi lazım. Resmi bir yazışma yazarken bunu kalkıp da süslü püslü bir yazıyla yazamazsınız ya da çok bold (kalın) bir fontla da düğün davetiyesi yazamazsınız. Ağırlık sayısı çok olmalı yani inceden kalına çok çeşitli ağırlık olmalı ki her çeşit kullanıma sunulsun. Bu fontun sadece normal ağırlıklarında değil de belki başka bir iş için de kullanılır diye dar sürümünü de yaparak iki versiyonlu hazırladım. Hem fontun kendi ağırlıkları var hem de dar ağırlığı var. Bu böyle de kalmayacak, daha da genişleteceğim. Mesela yanılmıyorsam font 500 karakter civarı, sadece Avrupa dilleri, Latin ve Türkçeyi destekliyor. Ben diğer dilleri de ekleyeceğim, sürekli güncelleyeceğim. 

Bir fontu şehirle özdeşleştiren şey nedir? 

İzmir’i temsil eden bir logo type yapılmak istendiğinde İzmir’in öne çıkan ne özelliği varsa imgeleri, simgeleri onları kullanırsınız. Mesela ne olabilir, aklıma saat kulesi geliyor ya da İzmir’in üzümü meşhur, bunları katabilirsiniz. Bunlar bir tek logo type içindir. Bunları fontun içine görsel olarak yansıtabilirsiniz ama “i harfi”ni saat kulesi gibi yapamazsınız. Yani imgelerden, şekillerden oluşan bir font yapabilirsiniz tabii ki ama bu fontu yazışmada kullanamazsınız. Şekil kullanamıyorsanız, o zaman fontun kişiliğini yansıtan özelliklerden ilerlersiniz. Kimi fontlar romantiktir; kimisi baskındır, “ben buradayım” diye bağırır. Ben fontların kişilikleri olduğuna inanıyorum. Mesela siz bir seçim kampanyasında incecik bir fontla slogan atamazsınız. Kimse okuyamaz onu. 

Peki ben İzmir’i nasıl algılıyorum? Benim gözümde İzmir, huzur şehridir. Bugün dünyada yaşanılacak birkaç şehirden bir tanesidir. Sakinlik, durgunluk, dinginlik… Font öyle olmalı ki çok fazla “ben buradayım” dememeli. Serifleri (tırnakları) olup da kelimenin önüne geçmemeli; kelimeyi yansıtmalı. O zaman sans bir font olacak yani tırnağı, çentiği falan olmayacak diye karar kıldım. Sesiz olacak, sükûnetli olacak, ne yazarsanız yazın font sizi rahatsız etmeyecek fakat kullandığınız kelimeyi öne çıkaracak. İzmir Fontu işte böyle bir font. 

İzmir Fontu kimlere hitap ediyor, hangi mecralarda kullanılabilir? 

Her alanda kullanılabilir. İzmir Belediyesi bugün bir afiş tasarlayacaksa bunu kullanabilmeli, altına bir açıklama yazısı olacaksa onu da aynı font ile yazabilmeli ya da kurum yazışmalarında kullanabilmeli. Tabii sadece belediye değil, İzmir Fontu herkesin kullanımına açık. Çok geniş bir mecrada kullanılabilmesi için yaptık. 

Bir şehrin kendine özgü bir yazı karakteri olmasının önemi nedir sizce? Türkiye’den ve tüm dünyadan sizi etkileyen örnekler var mı? 

Fontun bir şehri direkt temsil etmesi az önce verdiğim örnek gibi zor. “İ harfi”ni saat kulesinden yapamayız ama o font kullanıldıkça tanınmış hale geliyor ve o font belli bir süre sonra nerede görürseniz görün İzmir’i temsil ediyor. Fontu tanıyabiliyorsunuz, direkt adını söylüyorsunuz, İzmir Fontu diyorsunuz. Paris için yapılmış özel bir font var yarı kontrast, Almanya’nın bazı şehirleri için var. İsviçre için yapılmış var. Mesela giderseniz İsviçre’ye Helvetica fontu kullanılır çünkü İsviçre için yapılmış. Zaten Helvetica kelimesinin anlamı da İsviçreli demek. Bir şehrin kendine ait bir yazı tipinin olması çok güzel bir durum, özgünlük! 

Türkiye’de font tasarımında neden bu kadar az örnek var sizce? 

Font tasarlamak için gerekli olan materyallerin yüzde 51’i program bilgisidir. Ben bir diyetisyenken, tasarım bilgim yokken yaptım örneğin. Sait Maden hoca, font çalışmaları da yapmış; kâğıtlara yazmış, çizmiş. Ömer Durmaz, Sait Maden’in bir fontunu dijitalleştirebilir miyiz diye sordu, dijitalleştirdim. Sait Bey fontu çizmiş kâğıda ama o zamanlarda program yok. Olsa da çok az sayılı kişide var. Bilgisayar iletişim sistemlerinde oluyor bu program yani Avrupalarda, Amerikalarda bir yerde oluyor. Program henüz bizim ülkemize gelmemiş. Dolayısıyla eğitim yapılan kurumlarda biraz geç kalınmış oluyor. Fontlar da öyle. Dijital fontlar 1980’li yıllardan itibaren yoğun olarak tasarlanmaya başlandı, ülkemize bilgisayarlar o yıllarda geç geldi. Bilgisayar olsa bile hiç kimsenin aklına bu fontu dijital yapayım, bunu bilgisayara yükleyerek kullanılabilir hale getireyim düşüncesi gelmedi. Çünkü açıkçası tasarım bilgisi ve tecrübesinin yanında biraz da matematiksel becerinin olması gerekiyor. Grafik tasarım bölümlerinde font değil ama çeşitli materyallerden yazı tipi çalışmaları yapılmış. Mutlaka tipografi dersinde fontlar çalışılmış ama maalesef o kadarla kalmış. Onu bir programa yükleyelim de programdan bir fonta dönüştürelim, kullanalım diye bir şey o günlerde zormuş. Çünkü programı temin etmek zor, satın almak zor. Bunu öğrenciye vermek demek ki o günlerde okulların imkânında değil. Hâlâ da öyledir, hiçbir şekilde program bilgisi okullarda desteklenmez yani eğer bir Adobe programına, bir Illustrator programına sahip olmak isterseniz kendiniz temin etmelisiniz. Ama tasarımın her türlü kuralı öğretilir de işte o kurallarla birlikte program bilgisinin de desteklenmesi lazım. Galiba bunun yüzünden olmamış, ben öyle düşünüyorum. 

Ben font tasarlamaya başladığımda Myfonts’a kayıt oldum, orada iki kişinin adını gördüm. Biri Onur Yazıcıgil, o günlerde Lokum ve Duru Sans diye fontları vardı; diğeri de öğretim üyesi Abdullah Taşçı. Ayrıca Türk olmayan ama Türkiye’de yaşayan bir kişi de vardı, Alessandro Segalini. Onlar fontlarında lokasyon olarak Türkiye’yi göstermişlerdi. Ben üçüncü kişiyim. Yanılmıyorsam şuanda Türkiye’de aktif olarak 150’den fazla font tasarlayan kişi var. Myfont, Fontspring gibi mecralarda ismine ulaştığım kişi sayısı 50’den fazla. Fena bir sayı değil.

Bir yandan siz destek de veriyorsunuz. 

Evet, ben font yapmaya başladığımda yaptığım şeyi birileriyle konuşmak, paylaşmak istiyordum ama etrafımda kimse yoktu. Bu yüzden Onur Yazıcıgil’in düzenlediği ISType seminerleri vardır, elimden geldiği kadar bu seminerlere katılmaya çalışmıştım. Kendimden de bildiğimden ben de karşılıklı konuşmak, bilgi almak için kim yardım eli istediyse elimi uzattım. Şuada popüler olan arkadaşlarım var, benim çok emeklerim var onlarda. Ve hatta ve hatta şuanda onların da bende çok emeği var. Çünkü font yapılan programın yeni bir sürümü çıktı, eski sürüm ve yeni sürüm arasında muazzam uçurum var. Ben yeni programa uyum sağlamakta zorlanıyorum. Artık eski kafalılık mı diyelim… Ben zamanında onlara bir şeyler öğretmişken şimdi onlar da bana yeni sürümün özelliklerini öğretiyorlar. Bu şekilde aktif olarak font üreten arkadaşlar ile Facebook, Whatsapp ortamlarında hem sürekli iletişim halindeyiz hem de bilgi paylaşımı yapıyoruz.